Şahin: Türkülerde edep olmalı

Şahin: Türkülerde edep olmalı

Gazeteci- müzisyen Salih Şahin türkülerin eğitici, yön gösterici olması gerektiğini söyledi.

Tacettin DURMUŞ

Gazeteci, yazar ve müzisyen Salih Şahin türkülerin halkın ve gençliğin eğitimi ile bilinçlenmesinde önemli etken olduğunu söyledi. Kısa adı KOTODER olan Kars Oyunları, Türküleri ve Ozanları Derneği Başkanı olan Şahin Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi öncülüğünde düzenlenen 4. Uluslar arası Aras Ağrı Dağı ve Nuh’un Gemisi Sempozyumunda yurdumuzda ve Kuzey Doğu Bölgesinde Halk Müziğinin toplumun sosyal yapısına etkisini bildiri olarak sundu. 
Çok sayıda müzik derlemesi, kitapları ve albümleri de bulunan Salih Şahin yaptığı sunumda Türkülerin; çocukların yetişmesi, aile yapısı, kadın, kız, gelin ve kaynanalara türkülerin bazılarında edepsizce saldırı olduğunu, bunun önlenmesi gerektiğini dile getirdi. Şahin’in Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi tarafından düzenlenen sempozyumda yaptığı, “Kuzey Doğu Kültüründe Toplumsal Ahlak” konulu bildirisi Ağustos 2018 tarihinde Erzurum’da Zafer Medya Matbaasında basılan sempozyum bildirileri kitabında yayınlandı.

Şahin’in sempozyumda yaptığı sunumu şöyle:

Bilindiği gibi, ‘Türkü’ dediğimizde ve dinlediğimizde çok eskilere, gideriz. Aynı anda zamanımızı da yaşarız ve kendimizi geçmiş ile geleceğin bağını kuran geçiş köprüsünün üzerinde hissederiz. Bu olguyu bize türküdeki sözler ile ezgiler kazandırır. Özellikle ezgiler, geçmişten bize gelen çok önemli bir kazanımdır. Bu da bilindiği gibi, genlerden bize gelen bir mirastır. Sözler ise yine geçmişin ışığı altında zamanımızla bağlantılı bir kültürel döngüdür. Bu bakımdan TÜRKÜ çok önemlidir. Değişik kültürler ve duygularımızın aynası olan türkülerde çoğu zaman kişisel ve toplumsal olarak kendimizi buluruz.

Bu bakımdan duygularımızı, sevgimizi, hasretlik, acılı olaylar, ayrılık, ölüm, yenilgi, kazanç, mutluluk, kavuşma, oyun, eğlence savaş, barış,yurtseverlik, düğün , tasavvufi ve duygusal aşıklık… gibi çok değişik olguları türkülerde buluruz ve bu yüzden bağlanır ve severiz. Bazen de hayran oluruz. Türkülerle ağlarız, güleriz, oynarız, düşünürüz, birilerini hatırlarız, geçmişi günümüze getiririz. Çoğu zaman kimseye anlatamadığımız özel durumlarımızı, sırlarımızı, aile içi ve toplumsal sorunlarımızı da türkülerde bulur, rahatlarız. Bu bakımdan türküler kültürümüz, geçmişimiz, geleceğimiz, geleneklerimiz ve özellikle toplum eğitimi için çok önemlidir. Zaten müziğin tüm canlıların eğitimi, sağlığı ve verimi açısından çok önemli olduğunu bilmeyenimiz de yoktur. Tıbbın zaman zaman sıkıntıya girdiği yerlerde müziğin kullanıldığını ve başarının yükseldiğini de hatırlatmak isterim.

Türküler zaman zaman, bizi alır başka yerlere götürür. Bizi etkilemesi ya sözündeki anlamdan, ya da ezginin içinde yatan duygulardandır. Çoğu zaman ezgi daha etkili olmaktadır. Çünkü ezgilerin temelinde geçmiş asırların izleri bize genlerle geçmektedir. Bundan dolayıdır ki, Kafkas ülkeleriyle ezgi ve kültür benzerliğimiz dikkat çekmektedir. Türkülerin ezgisinde yatan duygu ile sözdeki duygunun ölçüşmesi bizi bizden alıp götürür. Bu bakımdan çoğu zaman türkülerin ya sözlerine veya ezgisine takılırız. Her ikisi de varsa “Bu Türkü Benim Türküm” deriz ve kimseyle de bölüşmek istemeyiz. 
Yukarıda kısaca anlattığım nedenlerden dolayı türkü bizim için değerlidir. Yönlendiricidir ve toplumun öğretmenidir. Çoğumuz okulda gördüğümüz dersleri unuturuz ama etkilendiğimiz türküleri farkında olmadan ezberler, hafızamıza yerleştiririz. O zaman türkülerin toplum ve gelecek neslin eğitimindeki önemini de bilmeliyiz. Ben bu konuyu biraz deşmek, eleştirmek ve beklentilerimi ortaya koymak istiyorum.

Son yıllarda toplumumuzda bir dejenerasyonla, çarpıklıkla mücadele ediyoruz. Kimi bunu kuşak çatışması olarak değerlendirse de, eğitimdeki boşluk, sık sık müfredat değişimi, boş zamanın verimli değerlendirilmemesi ve yayınlardaki kontrolsüzlükler toplumun bozulmasında önemli rol oynamaktadır. Bu bakımdan türkülere de dikkat edip bu önemli iletişim kaynağından yararlanıp, gençlerimizi ve toplumumuzu eğitmeliyiz. Yani, türkülerde bazı suçları, sorumsuz davranışları ve ahlaksızlığı marifetmiş gibi gösterirsek, o suçların artmasından da şikayetçi olamayız. 
Örneğin, küçük yaştaki kızların evlendirilmesine karşı çıkıyorsak türkülerin de buna uygunluk göstermesi gerekir. Kadınlara şiddetin karşısında olduğumuzu söylüyoruz, ama türkülerde küfüre varan sözlere rastlamaktayız. Şiddet içeren ve ahlak kurallarına ters olan bir yapıyı istercesine, bazı türküler toplumumuzu ve gençliğimizi de olumsuz yönde etkilemektedir. Şimdi bu hususta bazı olumsuz ve olumlu örnek teşkil edecek türkülere örnekler vermek istiyorum: “Diyenin de avradını,” sözü geçen türküde bellidir ki bir kişi kızdığı adamın avradına küfretmektedir. Öyle dediğimizde tabiidir ki, bir kişiye kızan öç almak isteyen gider, hanımına saldırır. Namus davaları artar ve bu tür cinayetlerin önü de alınmaz. “Halimeyi samanlıkta bastılar, Şalvarını gül dalına astılar” “Yekte anam yekte, Böyle şeyler olur delikanlılıkta” Bu ne demek şimdi. Bu bir noktada kadınların aşağılanması ve hakarete müsait bir yaratık gibi gösterilmesi değil midir? Bir başka hususu da hatırlatayım; toplumumuzda sıkça rastladığımız ve gelenekselleşen bir durum var. Birileri bir kıza veya bir geline saldırırsa, veya bir kızın biri ile adı çıkarsa, o kız aile meclisi kararıyla öldürülür. Ancak ona saldıranın yaptığı yanına kar kalır. Bazen de tecavüze uğrayan küçük yaştaki kızlar, tecavüzcüsü ile evlendiriliyor. Bu sorunlu evlilikten sonra her türlü olumsuzluğun meydana gelmesi doğaldır.

Bir noktada , kadını zaten öldürülmeyi hak eden bir varlık gibi gösteren yapı yüzünden, “Bir suç varsa, önce kadın suçludur” mantığı ile hareket ediliyor. Bu durum ise; yiğitlik, sülalenin onurunu korumak gibi gösteriliyor. Oysa gerçek suçlular adeta ödüllendiriliyor. Bu bir çarpık yapıdır. Bu çarpıklığın da türkü gibi halkın beyninde derin iz bırakan kültürel etkinliklerle işlenmemesi gerekir. Tam tersine konu eğitici olarak işlenmelidir.
Bu hususta dikkat çeken ancak daha masum olan bazı türküleri örnekleyecek olursak;

“ Yüce dağ başında çadır açarım, Seni alır dağa kaçarım.”

“Antalya’nın mor üzümü / Severler boyu uzunu/ İmamın küçük kızını/ Sevsem ne zaman, sarsam ne zaman…”
“Daha değmemişsin 15 yaşına ,merhamet eylesen gözlerimin yaşına”
“ Mektebin bacaları ay lele lele lele/Ders verir hocaları/ Kim yarini severse ay lele/ Odur birincileri..uy aman can gurban..”( İlkokulda öğrencinin yar sevmesi derste başarısını artırır deniyor.) 
GELİNE VURULMAK… 
Bir çok türküde gelin sözcüğü kullanılıyor. Gelin sahipsiz, laf atılacak, sevmeye sevilmeye müsait gibi türkülerde sıkça işleniyor: “Aklımı başımdan aldı bu gelin.” 
“Oy gelin gelin yandırdın beni gelin,öldürdün beni gelin.”
“Kiremitte buz musun /Gelin misin kız mısın?/Yarin size gelecem/ Evde de yalınız mısın? “ , “Bir derin sevdaya saldı o gelin/Aklımı başımdan aldı o gelin.”
“Dam üstünde un eler/ Tombul tombul memeler/ Memeler baş kaldırmış/ Kavuşmuyor düğmeler/ Zalım oy gelin gelin.” 
Halbu ki gelinin anlamı, yeni evlenen kadın veya nişanlı olup evlenme hazırlığındaki kızdır. Yani gelin artık eşi bilinen, eşi olan kişidir. Bu kişiye vurgun olmak, peşinde koşmak, yoldan çıkarmaya çalışmak çok kötü bir durumdur. Türk toplumunun ahlakına da uymamaktadır. Geline laf vurmak o gelinin kişiliğine ve namusuna lekedir. Bir kızın gelin olarak düşünülmesi ise tam tersine ona verilen değerdir. Bu yüzden türkülerimizde bu tür aşağılayıcı sözlerden kaçınmalıyız. 
Çoğu zaman da anayı ikinci plana, yar’ı ön plana çıkarırız. “Anadan geçilir yardan geçilmez.” deriz. Sonra da o yari basit sebepler yüzünden öldürürüz. Bazen de “ Derdime anam ağlar, gerisi yalan ağlar” deriz. Bir Van Erciş’ten yarin anadan babadan daha değerli veya şirin olduğunu gösteren bir türkü; 
“ Bal yeme bal şirin olar, Anadan atadan yar şirin olar.” 
Bu söze ne kadar uyuluyor , o da tartışılır.Çünkü kadınların fazlaca öldürüldüğü yörelerden biri.
Bir de kızları satılık gibi gösteren türkülere örnek, tanınmış bir türkü;
“ Oy Asiye Asiye…Baban seni veriyo da, bir bağa pırasiye”

KAYNANA ÜZERİNE

Kaynana üzerine çokça türkü söylendiği, fıkralar,hikayeler ve masallar anlatıldığı, hatta bu hakarete varan anlatımlardan zevk alındığı görülmektedir. Dinleyenler de kahkahayla takip etmekte olup, özellikle gençlerin neşelendiği gözden kaçmamaktadır. Ne yazık ki gençler ileriki zamanda kaynana veya kayınbaba olacağını düşünmüyor. Bu sözler zamanla insanın bilinçaltına yerleşip kaynanaya hep şüphe ile bakmamıza sebep olabilmektedir. 
Kaynanalarla gelinler hatta damatlar arasında zaman zaman, sürtüşmeler olabilmektedir. Bu durum kaynananın her zaman kötü ve geçimsiz olduğunu kanıtlamaz. Çünkü analık duygusu oldukça farklı bir duygudur. İçinde sevmek ve koruma duygusu ön plandadır. Zaten bu duygu olmasaydı canlılar çoğalamaz ve yaşayamazdı. Kaynanalar oğlunu veya kızını bir başkasıyla bölüşmek istemezler, sevgilerini de yitirmek istemezler. Bundan dolayı bir kıskançlık duygusu ister istemez ortaya çıkmaktadır. İşte bu kıskançlıklar ve sürtüşmeler nedeniyle kaynanalar üzerine fıkralar, türküler hatta şakalar yapılmakta, halk da buna gülmektedir. Oysa, bu üzücü bir durumdur.Bu tür anlatımları da alkışlayarak pirim verilmemelidir. 
Toplumumuzda konuşma sırasında ve fıkralarda kaynana şakası yapılmaktadır. Birini kızdırınca kaynanasına takılarak ,“ Kaynananı babama alayım” , “ Senin kaynanan ölsün”, “Kaynanası gözel” veya “Kaynananı bana vermezsen ,işini yapmam” gibi sözlere sıkça rastlıyoruz . Çoğu zaman da gülüp geçiyoruz. Dolayısıyla bu yanlış durum , türkülerimize de benliğimize de yansımaktadır.
“Kaynanayı netmeli? Kaynar kazana atmalı/Yandım Allah dedikçe/ Altına odun atmalı”
“ Komşu da var kaynana/ Derde derman kaynana/ Güzel kızın tay bana/ Babama gel kaynana”
“Oh oh öldü ya/ Ne de güzel oldu ya/ Karışanım yok artık/ Oğlu da bana kaldı ya”

AŞIKLARIN ATIŞMASINDA EDEP

Zamanımızda halk ozanlarımızın büyük bölümü türkülerinde ve özellikle atışmalarında , heyecan yaratmak için sıkça ana, kaynana gibi esprilere yer vermektedirler. Aşıklarımızın sık sık ya arkadaşını veya anasını bir hayvana benzettiği de sıkça gözlenmektedir. Örneğin;
“Dinle sana bir söz söyleyem aşık/ Dul kalan ananı babama alsam / O zaman bana gardaş der misin sen? “
Veya
“Guyruğun galdırıp kişniyende sen/ Torpağı burnunla eşdirerem men”
Ayrıca
“Men senin beline minif gezende/ Teze daylah (tay) kimi niye gaçerdin?
Boz ayı postunu çul eyleyende/Beline minif türkü diyende/ Yorga atlar kimi niye uçordun?” Çoğu zaman atışmada bu sözler büyük alkış alır ve adeta beğenilir.. Bir noktada da teşvik edilir.
Halbuki; halk ozanlarının birbirine daha edepli sözler söyleyip , şiirsel sözlerle alkış alması beklenir ve daha önemlidir. Edebiyatın özü de budur. Yani çiçekten, baldan, arıdan, doğadan, güzellik ve güzel ahlak gibi, sevgi ile çalışkanlık gibi.. konuları, nasihatleri, eğitimi, sağlık ve üretim gibi konuları işlemeleri daha önemlidir.

GÜZEL TÜRKÜLERE ÖRNEKLER:

Tüm bunların yanı sıra örnek teşkil edecek türkülerimizin hakkını da teslim etmeliyiz. Sevgiliye bir ceylan gibi, suna gibi sevilip değer verildiği, yoluna ölmek gerektiği de sıkça türkülerimizde işlenmiştir.
“Maralım gel gel, ceylanım gel gel. Terlanım gel gel/ Başına men senin dolanım gel. Gel adı ceylan özü ceylan./ Bele men sene heyran sene gurban…” gibi bazı Azeri kökenli türküler;

Aşık Mürsel Sinan’ın “Ana meni yaz ağla/Yaz ağla payız ağla/Demeyinen tükenmez/Bir kağıza yaz ağla. Ay ana ay ana Sen menim özüm ana, Özüm ana gözüm ana/ Sohbetim sözüm ana…” 
Aşık Hasta Hasan’ın Çıldır’ın Kenarbel Köyünde söylediği “ Güzeller bezenmiş toya gideller/ Sizlere amanat yar oynamasın/Men bilirem rica minnet ederler/ Yüngüllük eyleyip de tez oynamasın…” 
Salih Şahin’in “ Kars Eli’nin Maralısan/ Kaşı gözü karalısan/ Benim gibi yaralısan/ Kim okladı söyle maral…. “ 
Gibi türkü sözlerinde hanımlara ve sevgiliye verilen değer ile methiyeler de Kuzey Doğu Bölgemizde dikkat çekmektedir. 
Bu açıdan, önemli bir iletişim aracı olan türkülerle topluma güzel mesajlar verilmeli, sözler iyi biçimde süzgeçten geçirilmelidir. Türküleri bir öğretmen gibi görerek değer vermeliyiz, yararlanmalıyız. Bu hususta TRT ile Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın da bu konuda çalışma yapmasının yararlı olacağını düşünmekteyim.

(*): Salih ŞAHİN, KOTODER (Kars Oyunları Türkleri ve Ozanları Derneği) Başkanı, Eğitimci, Müzisyen ve Gazeteci-Yazar.
Not: Bu bildiri, Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi tarafından17.10.2017 tarihinde düzenlenen 4. Uluslar Arası Ağrı Dağı ve Nuh’un Gemisi Sempozyumunda sunulmuş olup, Ağustos 2018 tarihinde Zafer Medya Matbaası Yakutiye/ERZURUM’da baskısı yapılan sempozyum bildirileri kitabında da yayınlanmıştır. Sayfa: 474





HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler